Insanlık elektrik çarpılması gibi gıda çarpılmasına tutuldu. Gıda yetersizliğinden tüberküloz olmuş bir neslin çocukları, gıda fazlalığından patlayacak hale geldi. 60 yıl önce tıp, insanları gıdasızlıktan kurtarmaya çalışırken şimdi fazla yemekten, obeziteden kurtarmaya çalışıyor. İnsanca yemediğimiz için yediklerimiz başımıza bela oldu. Sofralarımızı abartıdan ve gösterişten kurtarmadıkça ve “müslüman sofrası” düzeyine çıkarmadıkça bu beladan kurtulamayacağız. Müslüman sofrası dediğimizde; yerde yenir gibi yüzeysel görüntüleri değil, kaliteyi ve içeriği konuşmalıyız.
Müslüman sofrasında;
1) Allah’ın haram ettiği veya helalliği konusunda şüpheye düştüğümüz bir yiyecek olmayacak.
2) Tıbbın yasak ettiği bir yiyecek olmayacak. Tıp bir şeye sağlığa zararlı dediği an onu Allah haram etmiş kabul edeceğiz.
3) İsraf olmayacak.
Müslüman sofrasında ekmek israfından önce mide israfı yapılmaz. Midemizi buğdaydan üretilmiş ekmekten daha değersiz göremeyiz. Çöpe gitmesin diye ekmeği israf etmediğimiz gibi “aman çöpe gitmesin” diye fazlalık olan hiçbir şeyi de midemize dolduramayız. Balonu bile fazla şişirdiğimizde “bum” yapıyor, mideyi fazla doldurunca zavallı mide “bum” yapamıyor, doğru hastaneye gidiyor. Rabbimiz bir dilim ekmeğin hesabını sorar diye düşünüp ekmeği israf etmiyoruz da mide de Allah’ın en büyük nimetlerinden değil mi? Onun israfının hesabı sorulmayacak mı? İsraf edilen bir ekmeğin yerine fırınlar yılda milyon ekmek pişiriyor ama yersiz ve fazla kullanım nedeniyle israf edilen midelerimizin yenisi yok. Nasıl ibadetimizde hata edince kaza ediyorsak midemize de kendi dikkatsizliğimiz yüzünden verdiğimiz her zarar için “yarabbi bu hatayı yapmamam lazımdı beni affet” diyip tövbe etmeliyiz. Çünkü midemiz ya da bedenimizin herhangi bir parçası yedek parçasını marketten alabileceğimiz özel mümkümüz değil ki, Allah’ın emaneti. Bu emaneti bir mümin olarak istediğimiz gibi kullanamayız. Tıp bizi bağlar, biyoloji bizi bağlar, şeriatımız zaten bizi bağlıyor. Müslüman sofrası “kırıntıları toplayın çocuklar” demekle müslümanlaşmıyor ya da yemeğe sadece besmele ile başlamak sofranın %100 müslüman olması anlamına gelmiyor. Helal olacak, tıbbın yasak ettiği bir şey olmayacak ve israfsız sofra olacak. Ekmek de israf edilmeyecek, hoşaf da israf edilmeyecek, midemiz, dudağımız ve hatta dişlerimiz bile israf edilmeyecek. Eğer tıp “şu ekmeği yediğin zaman diş etlerine zarar verir” diyorsa o ekmeği yemeyeceksin. “Ya hu ekmek de mi yasak, yeni bir din mi çıktı?” Yeni çıkmadı bu din. Bu din çıkalı 1440 sene oldu. 1440 senedir tıbbın yasak ettiği her şeyi Allah yasak etmişti zaten. 5 kişi için 8 kişilik abartılı sofralar hazırlamayacağız. Bunu “fazla yemek pişirirsek yenmezse Afrikadaki insanlar aç kalır” diye değil, Allah açgözlüğü yasakladığı için yapmamalıyız. Afrikadaki açlığı düşünmek mantık hatasıdır, oyalanmadır, böyle düşünerek asıl gündemimizi kaçırmamalıyız. Şu şehirlerimize bakın. Eskiden sadece lokanta vardı, lokantada ciğerinden fasulyesine kadar her şeyi yerdik. Şimdi lokantadan çorbacı, ciğerci, kebapçı, köfteci, çiğ köfteci çıktı. Sofralarımız midelerimize göre kurulmalı, gözlerimize göre değil. Gözü doyuran sofra olmaz bu dünyada. Göz doysaydı eğer, Allah İsrailoğullarına gökten pişmiş bıldırcın ve helva indirdi, hergün kapılarında buldular ama onlar bir kere Elhamdülillah bile demedikleri gibi üstüne üstlük pırasa yok mu, baklava yok mu diye açgözlülük yaptılar. O yüzden anneler pastayla, kekle, şekerle çocuklarının gözlerini doyurmaya kalkmasınlar. Göz doymaz. Çocuklarımızı Kur’an kursundan önce Kur’an sofrasına oturtalım
“ve külû veşrabû velâ tüsrifû” sofrasına oturtalım. (yiyiniz, iciniz ama israf etmeyiniz.)
A’raf süresi 31. ayet)
Biz Miraç görüp ümmetinin programını göklerden alıp getiren Hz. Muhammed’in (sav) ümmetiyiz, farklıyız biz, şeriatı olan bir ümmetiz. Tıbbın adı şanı yokken bu dünyada, laboratuarlar kimyagerler bilmem neler yokken bu topraklarda ve dünyada, Hz. Muhammed (sav) insanlığın çıplak ayakla dolaştığı, hurmadan başka doğru dürüst meyve bile tanımadığı, bilmediği bir yerde insanlığa yeme terbiyesi ve kültürü bırakıp gitti. Bunun temel mantığı gözü değil mideyi doyurma mantığıdır. Çocuklarımız daha sünnet olmadan fazla yemekten ameliyat oluyor. Bu kadar musibet gözümüzü açmayacak mı? Dönmeyecek miyiz Resulullah’ın bizi davet ettiği o Miraç düzeyindeki mutfağa ve sofraya? Resulullah bütün iman edenlere sağlıklı yaşam reçetesi bırakıp gitmiştir. O reçete “Ademoğlu’nun midesi kadar büyük bir belası yoktur. Ademoğlu’na ayakta duracak kadar birkaç lokma yeter. İlla çok yemek istiyorsa; midesini üçe bölsün, üçte birini katı yiyeceklerle, üçte birini sıvı yiyeceklerle, üçte birini hava ile doldursun” hadisi şerifi idi. Asırlar sonra tıp ve diyetisyenler kibrit kutusu tabirini bulmuştu ya Medine’de onun adı bir lokma idi. Düşman, bela, musibet gibi anlarda dediğimiz “hasbinallah”ı, başımıza bela olan sofralarımız için de diyeceğiz artık.
Nureddin Yıldız’ın “Müslüman Sofrası” sohbetinden derlenmiştir.
Videonun tamamını http://youtube.com/#/watch?v=